Daha Güçlü DİSK’i Hep Birlikte Örgütleyeceğiz.

Konfederasyonumuz DİSK’in 16. Olağan Genel Kurulu 14-15-16 Şubat tarihlerinde üç gün süren 2020’lerin DİSK’i Emeğin Türkiyesi şiarı ile İstanbul Haliç Kongre Merkezinde 400 delegenin katılımı toplandı. İlk gün 5 kıta 45 ülkeden gelen sendikacıların katılımı ile Uluslararası Sendikal Konferansta dünya ve Türkiye işçi sınıfının sorunları tartışıldı.

Üç gün süren genel kurulda ilk gün kurulların seçimi ve konuk konuşmaları ile sona ererken,ikinci gün ise üye sendikalar adına konuşmalar , mali ve idari raporların okunması ve oylanması ile sonuçlandı.

Yeni yönetim seçimi yanında tüzük değişikliği de yapıldı. Sendika olarak daha güçlü bir DİSK’in örgütlenmesi için görüşlerin dile getirdiğimiz genel kurula konfederasyonumuza üye sendikaların birlik vurgusu damga vurdu. . Önümüzdeki dört yıla ilişkin tüm sendikaların görüşlerinin paylaşıldığı ayrıca delegelerin de söz alarak görüşlerini paylaştığı genel kurul yarın yapılacak seçimlerle sona erecek.

Sendikamızın DİSK Genel Kurulundaki konuşma metni

Merhabalar;

Sayın Genel Başkan, sendikalarımızın çok değerli genel başkanları, sevgili işçii arkadaşlar;

Konfederasyonumuzun  DİSK’in 16. Olagan Genel Kurulunu İletişim, Haberleşme, Posta ve Çağrı Merkezi çalışanları Sendikası (İLETİŞİM İŞ)  üye işçileri ve yönetim kurulu adına saygıyla selamlar, kongremizin işçi sınıfının mücadelesinin yükseltilmesinde bir adım olmasını temenni ederim.

16. Genel Kurulumuz hem ülkemizde hem de dünyada yaşanan ekonomik krizin ve bu krizin faturasının işçi sınıfı ve emekçi halka ödetildiği ve ödetilmeye devam edeceği bir dönemde gerçekleşiyor. Tüm dünyada kapitalist-emperyalist sistemin bir sonucu olarak yaşanan krizlerin faturası her zaman işçi sınıfı ve emekçiler ödetilmiştir. Her ekonomik ve siyasal kriz işçi ve emekçiler için  açlık, yoksulluk ve kazanılmış haklarının tırpanlanması, zamlar ve yeni vergiler olmuştur.  Emekçilerin dünyanın her yerinde kapitalist sistemin saldırıları altında yaşamaya çalışmaktadır. Bu saldırılar karşısında işçi sınıfı, birçok ülkede daha güçlü ses çıkarmakta, bunun karşısında sermaye sınıfı ise sağ ve sol popülist partileri desteklemekte, otoriter, baskıcı iktidarların kurulmasına güç vermektedir. ABD’de Trump, İngiltere’de Johnson, Fransa’da Macron’un iktidar olması tesadüf değildir. Latin Amerika’da sol ve sosyalizm iddiasıyla iktidara gelen hükümetlerin, kimi ülkelerde sermayeye teslim olurken kimi ülkelerde de emperyalist müdahalelerle devrilmesi ve yerlerine gerici-milliyetçi hükümetlerin işbaşına getirilmesi de tesadüf değildir.

Ülkemizde 18 yıldır sermayenin temsilci olan AKP hükümeti ise bugün bir yandan emperyalistlerin çelişkilerinden yaralanarak bölgede pay kapma hevesi ile savaş kışkırtıcı bir dış politika izlerken, içerde ise dış politikadaki çözümsüzlüğünü daha çok baskı ile “ tek adam tejimi “ ve korku iklimi yaratarak emekçileri sindirmeye ve kendi rejiminin devamı için yedeklemeye çalışmaktadır. Her seçimde verdiği sözler ile işçi ve emekçilerden destek alırken,   pratikte sergilediği tutum bunun tam tersidir. Taşeronluk sistemine çözüm üretmeyen, EYTlilerin kazanılmış haklarını görmezden gelen, işizlik fonunu sermayeye can suyuna dönüştüren,  onlarca grevi yasaklayan, hak arayan işçinin çadırına düşman olan, bir iktidar ile karşı karşıyayız. Bir avuç azınlığa reva gördüğü ülke kaynaklarını oy aldığı işçi ve emekçilerden esirgeyen bir iktidardan bu sorunları çözmesini beklememiz çok da mmkün değildir.

Kuşkusuz saydığımız bu sorunlar karşısında işçi sınıfı ve emekçilerin taleplerinin haklarının korunmasında  sendikalara büyük görev düşmektedir. Ancak burada şunları sormak gerekiyor. Sendikaların faaliyetleri ve mücadele pratikleri, saldırılara karşı işçi sınıfının mücadelesini ilerletiyor mu? Sermayenin saldırılarını durduracak bir eylem programı, çalışması, örgütlenmesi var mı? Bu sorunun cevabı bugün kuşkusuz hayırdır. Günü geldiğinde soruna dair üç- beş açıklama yapmak, yada asgari ücret tartışmalarında olduğu üzere bir kampnyavari çalışma tarzı ile gündem oluşturma çabası dışında çok daha başarılı olduğumuzu  söyleyemeyiz.  İş yerlerini ve özellike işçi ve emekçilerin yaşadığı havzaları temel almayan planlı ve sendikalar arasında dayanışma ruhunu canlandıracak bir mücadele örgütlenmediği noktada başarılı olunması çok da mümkün gözükmemektedir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki bu tarzın oluşması için başta sendikal demokrasinin hayata geçirilmesi elzemdir. Sendikacılığı bir meslek olarak gören ve kendi koltuğunu her şeyin üstünde tutan bir anlayışın kendi işçisi ile bağ kurabileceği düşünmek hayaldir. İşçisinden farklı bir yaşantıya sahip sendikacıdan işçisi gibi düşünmesini beklemek, onun sorunları anlamasını ve buna çözüm üretecek bir pratik üretmesi olası değildir. Bir çok işyerinde işçinin de örgütlü olduğu sendikaya güvensizliğin temelinde de bu sorun vardır. Bunun için işçi gibi yaşayan, onun gibi düşünen bir sendikal anlayışa ihtiyaç vardır. Sınıf sendikacılığı kavramı tam da bu noktada önemlidir. Bir işçisin verdiği aidatın nereye kullanıldığını bilmesi, ya da üyesi olduğunun sendikanın aldığı kararların bir parçası olduğu adeta sendikayı kendi evi gibi gördüğü noktada  işçi sendikaya veya yönetcisine güven duyar.  O zaman verdiği bir gnlük yevmiyesinin boşa gitmediğini bilir. Güven duyan bir işçi patron karşısında kendini güçlü görür, bilir ki arkamda bir güç var  derse sınıf bilinci gelişir.  İşte bugn eksik olarak görünen sınıf bilinçli işçi kuşağının oluşmamasında tüm diğer faktörlerin yanında işçiinin kendi sendika ve sendikacısına güven duymamasını söylemek abartı olmayacaktır. Genç işçi kuşağının örgütlenmesinde önemli bir etken olan bu sorunu önemsemek zorundayız.

16. Genel Kurulumuzun işçi sınıfımızın var olan haklarının gasp edilmesine izin verilmeyeceğinin açık ilanı olmalıdır. Geçmiş dönemin eksikliklerinin ve olumluklarının aleni bir şekilde ortaya konulduğu, kendi sendikalarımızın yanında diğer mücadeleci sendikalarla da dayanışmanın  güçlendirildiği, ortaklaşıldığı, işçi havzaları ve fabrikarda ortaklaşa örgütlenmenin güçlendirildiği bir dönemin başlangıcı olmalıdır. DİSK’e yakışan da bu olmalıdır. Bu aynı zamanda geçmişten gelen mücadele birikiminin bize yüklediği ve gelecek kuşaklara aktarılacak bir sorumluluktur.

Bu başta Türkiye işçi sınıfı ve emekçilere bu kongrenin bir borcudur. Bu sorumluluğu yandaş, sermaye ile dirsek temasında olanlardan bekleyemeyiz. D

 Daha güçlü ve mücadeleyi büyütecek bir DİSK, örgütlü işçi sınıfı için hep birlikte çalışacağız.

Yaşasın İşçi Sınıfının Biirliği!

Yaşasın DİSK